Türkçe’de “tema” dendiği zaman aklımıza genelde tek bir sözcük gelir. Örneğin “Bu filmin teması
savaş” dendiğinde savaşla ilgili bir film seyredeceğimizi anlarız. Ama bu filmin savaşın hangi yönünü
anlattığı ile ilgili bilgiyi temadan elde etmeyiz. Yani “savaşın kaçınılmazlığı” mı, “savaşın insan
psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkisi” mi, yoksa “ulusal bir kurtuluş savaşı” mı belli olmaz temadan.
Türkçe’deki kullanımıyla tema, eserin konusunu bir ya da en fazla iki sözcükle özetler.
Ama senaryo yazımında tema sözcüğü tamamen farklı bir anlam kazanır. Bu anlamı netleştirmek için
“Tema, bir filmin, insanlık durumu hakkında söylediği evrensel düşüncedir. Tema, senaryo yazarının,
insanın, daha gelişkin, daha doyumlu, daha ahlaklı biri olmak için nasıl yaşaması gerektiği ile
ilgili temelde yatan düşüncesidir. Filmi yapan kişi, tema vasıtasıyla “İşte böyle daha iyi insan olunur”
“Tema, dünya üzerinde doğru davranışın ne olduğuna dair senaryo yazarının görüşüdür.” (John
“Tema, yazarların sözlüğündeki muğlak kelimelerden biri haline gelmiştir. “Yoksulluk”, “savaş”, ve “aşk”
tema değildir. Bunlar bir ortam (“setting”) ya da tür (janr) ile ilgili şeylerdir. Gerçek bir tema bir
sözcük değil bir cümledir. Bu, bir hikayenin daha fazla indirgenemez anlamını ifade eden açık ve tutarlı
bir cümledir. Ben tema yerine ‘Kontrol Cümlesi’ (“Controlling Idea”) demeyi tercih ediyorum.” (Robert
Temanın tanımında ilk iki yazar ile McKee arasında farklar olduğu açık. Hauge ve Truby’ye göre tema
ahlaki bir içeriğe sahiptir. Ama McKee temayı sadece senaryodaki olayların en indirgenmiş hali olarak ele
alıyor.
Hangisini seçmeli?
Ben Hauge ve Truby’ninkini tercih ediyorum. Zira McKee’ninki, filmin önermesine (“premise”, “log-line”)
çok benziyor. Bundan sonraki yazılarımda da tema dediğim zaman, Türkçe'de anlaşıldığı gibi bir iki
kelimelik bir konu ya da McKee'nin dediği gibi bir hikayenin en yalın şekilde ifade edilmiş halini değil,
Truby ve Hauge'un dediği gibi, senaristin insanlık durumu ile ilgili önerisini kastediyor olacağım.
Peki “tema”ya neden ihtiyaç var? Ya da ihtiyaç var mı? Bir senaryo temasız olabilir mi? Tema senaryoda
nasıl oluşturulur?
Michael Hauge, temanın bir senaryonun olmazsa olmazları arasında bulunMAdığını söylüyor. Yani
temasız bir senaryo yazmak da son derece mümkün. Ama seyirciler genel olarak temasız eserlerden pek
hoşlanmazlar. 2 saat boyunca izledikleri şeyin en sonunda kendilerine anlamlı bir ders vermelerini
beklerler. En yüzeysel aksiyon filmlerinden dahi bu beklenir.
Ama temanın insanın gözüne sokulmaması da gerekir. Yani bir karakter açık açık “iyi insan olmak için
şöyle davranmak gerekirmiş” diye konuşmamalıdır. (Bu hataya eski Türk filmlerinde ne kadar sık
düşüldüğünü bilmem fark ettiniz mi?). Tema, olay örgüsünden (plot) çıkmalıdır. Yani hikayedeki olayları
öyle bir biçimde arka arkaya dizmelisiniz ki, kahramanın yaptığı seçimler ve gösterdiği davranışlar bizim
“doğru yaşama felsefesini” çıkarsamamıza olanak tanımalıdır.
Truby “Her hikayenin merkezi tematik meselesi, kahramanın (genelde filmin sonuna doğru) yapmak
zorunda olduğu ahlaki bir seçimde kendini en açık bir biçimde ortaya koyar. Kahraman iki olumlu
değer arasında bir seçim yapmak ya da iki olumsuz şeyden birini seçmek durumunda kalır” diyor.
Gerçekten de iyi filmlerde kahraman, sonuca ulaşmak için bir seçim yapmak zorunda kaldığını görürüz.
Bu seçim ve onun sonuçları bize, bu dünya üzerinde nasıl davranmamız gerektiğini “gösterir”.
Tema konusunda da “Eşkiya” çok güzel bir örnek teşkil eder. Baran, dostuna vefayı 30 küsür yıllık
aşkına kavuşmaya tercih eder. Keje’yi alıp gitmek yerine, yeni tanıştığı ve kendisine iyilik yapan
Cumali’yi mafyanın elinden kurtarmayı tercih eder. Bu hareketi aşkına kavuşmayı engeller sadece,
aşkının yeterince güçlü olmadığını değil. “Eşkiya”nın hikayesi bize dostluğun aşktan da önemli
olabildiğini söyler. Bu evrensel mesajı nedeniyle de her izleyişte izleyicileri derinden etkilemeyi başarır.
Michael Hauge’un tema konusunda çok güzel bir tespiti var. Diyor ki,
“Tema olay örgüsünden ortaya çıkar / kaynar / neşet eder, olay örgüsüne empoze edilmemelidir...
İlk kural, ilk bir ya da iki müsveddeyi yazana kadar temayı tamamen görmezden gelmektir. Önce
‘bir ilişkide dürüstlük ve dostluk şarttır’ şeklindeki bir temadan yola çıkıp sonra ‘Sanırım ben
Tootsie’yi yazacağım’ demek çok saçmadır.”
“İlk olarak bir hikaye fikri ile yola çıkın ve kahramanlarınızın dış motivasyonlarına ve aralarındaki
çatışmalara odaklanarak ilk müsveddenizi yazın. Ondan sonra karakterlerinizin içsel
motivasyonlarına ve çatışmalarına odaklanın. Ancak o zaman hikayenizden hangi evrensel temanın
ortaya çıkabileceğini görmeye hazır olursunuz.”
Truby’nin de bu konuda söyleyeceği birkaç söz var:
“Gişe canavarı filmler genelde parlak bir fikre (“high concept”) dayanırlar, ama bu parlak fikri aynı
zamanda tema ve zıtlık / düşmanlık yoluyla genişletirler... Gişe canavarlarının yazarları parlak
fikirlerinin kalbinde yatan ahlaki meseleyi bulurlar ve daha sonra bu meselenin çeşitli
olasılıklarını hikaye boyunca ele alırlar. Bunu yapmanın yolu da zıtlıktır / düşmanlıktır. Bir gişe
canavarı yazarı, parlak fikrin içinde gömülü bulunan en derin çatışmayı görür ve kahramanın bu çatışma
ile başa çıkmasını gerektirecek bir grup düşman (“opponent”) yaratır.
Örneğin Hollywood tarihinde bir insanın bir başkasıyla yer değiştirdiği onlarca “yer değiştirme” hikayesi
vardır. Bunların hepsi “parlak fikir”dir, ama hemen hepsi başarısız olmuştur.
TOOTSIE de bir yer (kılık) değiştirme komedisidir ama son derece başarılı olmuştur. Neden? Çünkü ...
yazarlar, bir erkeğin kadın gibi giyinmesi fikrinde yatan temel bir ahlaki tema bulmuşlardır: erkeklerin
kadınlara davranma şekli. Daha sonra yazarlar bir erkeğin bir kadına nasıl davrandığını gösteren bir
dizi düşman yaratmışlardır.”
Demek ki iyi bir senaryo yazmak için parlak bir fikir (“high concept”) bulmak yeterli olmuyor. Bu parlak
fikrin içinde gizli halde bulunan temayı da ortaya çıkarmak / bulmak gerekiyor. Ama bu temayı
açıkça söylemek yerine olaylar ile göstermek daha doğru oluyor.