Bazı konular var ki, tekrar tekrar ele alınması elzem, ve hatta kaçınılmaz. "Çatışma" bunlardan biri.
Daha önce çatışmayı, bir hikâyedeki çatışan güçler bazında ele almıştık. Demiştik ki, "Bir hikâyenin var
olabilmesi için, o hikâyede bir çatışma olmalıdır. Yani hikâyenin kahramanı bir şey istemeli,
Bu konuyla ilgili ayrıntılı yazılar var geçmiş "postalarda". Merak edenler aşağıdaki yazıları ya da yandaki
Bu yazıda bu çatışma konusunu biraz daha detaylandıracak ve sonra da onu sahne bazında ele alacağım.
"Çatışma" dediğimizde aklımıza hemen birbirine zıt iki güç gelir. Senaryolarda bu güçler genelde şu
şekildedir: insana karşı insan, insana karşı topluluk, insana karşı toplum, topluluğa karşı topluluk, insana
McKee bu zıtlıklar daha net bir biçimde ortaya koyar. Der ki,
İnsanın kendi içinde yaşadığı çatışmadır. İnsanın kendi duyguları bazen birbiriyle çatışır. Canı bir şey
yapmak isterken, vicdanı ona başka bir şey yapmasını söyler. Ya da iki istek birbiriyle çatışır. (Burada
hiçbir dış etken söz konusu değildir.)
"Azınlık Raporu"ndan bir örnek verelim. Filmin orta noktası sayılabilecek sahne, John Anderton'un bir
otel odasında, çocuğunu kaçırdığını sandığı adamı öldürmeye teşebbüs ettiği andır. Burada John Anderton
silahını, oğlunu kaçıran adama (en azından o öyle sanmaktadır) doğrultmuştur. Onu öldürüp öldürmemek
arasında bir seçim yapmak zorundadır. Ve bu seçimde iki duygu birbiriyle çatışmaktadır: Oğlunun
ölümünün intikamını alarak acısını hafifletmek ve adamı adalete teslim etmek. John, kendisiyle büyük bir
mücadele vererek ikincisini tercih eder. Sahnenin devamını biliyorsunuz.
Bu çatışma sadece duygular arasında olmayabilir. Duygular ve düşünceler arasında da olabilir. Beden ile
zihin arasında da olabilir. Bedenin bazı istekleri ile bazı düşünceler ya da inançlar arasında bir çatışma
yaşanabilir. "Gülün Adı" ve "Kara Cübbe" ("Black Robe") filmlerinde bu duruma uygun örnekler vardı
yanlış hatırlamıyorsam. Bu filmlerin her ikisinde de inancı ile cinsel istekleri arasında kalan Hristiyan din
adamları yer alıyordu.
KİŞİSEL ÇATIŞMA:
Bu tür çatışma, kişiler arasındaki çatışmayı anlatır. Yani kahraman ile arkadaşı, sevgilisi, annesi-babası,
vb. arasında yaşanır bu çatışma. Bu çatışmanın özelliği, kahraman ile "yakın çevresindeki insanlar"
arasında yaşanmasıdır. Yani kahraman ile kardeşi arasındaki çatışma "kişisel çatışma"dır, ama kahraman
ile yoldan geçen biri ya da gıcık olduğu patronu arasındaki çatışma "dış çatışma"dır (bkz. aşağısı).
Genellikle televizyon dizileri bu çatışma türünü çok kullanırlar. Ortalıkta birbiriyle zıt şeyler isteyen
birbiriyle alakalı bir sürü insan vardır. Durmadan da bıcır bıcır konuşurlar. Sadece bu tür çatışmayı
kullanan dramatik yapılarda pek fazla aksiyon yoktur.
DIŞ ÇATIŞMA:
Bu tür çatışmada kahramanımız ile dış dünya karşı karşıyadır. Bu dış dünya a) Kahramanımızın tanımadığı
biri b) Çeşitli kurumlar (sosyal kurumlar ya da şirketler) c) Doğa koşulları olabilir. Görüldüğü gibi bu
çatışma kaynakları, kahramanımızın içinden ya da yakın çevresinden değil, dışarıdan gelmektedir.
McKee, şu örnekleri vermektedir:
Toplumsal kurumlarla ve bireylerle olan çatışmalar: devlet / vatandaş, kilise / mümin, şirket /
müşteri
İnsanlar arasında olan çatışmalar: polis / suçlu, patron / işçi, müşteri / garson, doktor / hasta
İnsan yapımı ya da doğal çevreler ile olan çatışmalar: zaman, mekan ve bunun içindeki herşey
Dış çatışmaya "Yarından Sonra" ("The Day After Tomorrow") filmindeki iklim koşulları örnek olarak
verilebilir. "Dünyalar Savaşı"ndaki uzaylılar da bu tür bir dış çatışma kaynağıdır.
* * *
İyi hikâyelerde bu çatışmaların üçü de bulunur. Filme derinlik katan ve seyri güzelleştiren de budur.
Bunun nedeni bizim insan olarak da bu üç düzeyde çatışma yaşamamızdır: herhangi bir gün kendisi ile
(duygu ya da düşünceleriyle veya bedeniyle) çatışmaya girmeyen var mı aranızda? Ya da sevdiği
insanlarla çeşitli uzlaşmazlıklar yaşamayan? Ya da dış dünyadan bir düşmanlık ya da en azından bir
güçlük görmeyen? İşte bu nedenle, kahramanlarımızın da bu üç düzeydeki çatışma kaynakları ile
boğuşmasını isteriz.
TITANIC'ten örnek verelim: Filmin kahramanı olan Rose, kendisi ile çatışma halindedir. İçinde bulunduğu
sosyal ortamdan nefret etmektedir ama kendisinde, kendisini bu ortamın dışına çıkaracak gücü ve
cesareti de bulamamaktadır. Bu, bir iç çatışmadır. Aynı Rose, nişanlısı Cal ve annesi ile de sürekli çatışma
halindedir. Bu da kişisel çatışmadır. Son olarak da, gemi buzdağına çarptıktan sonra doğa koşullarına
karşı büyük bir mücadele verir. Bu da dış çatışmadır.
MATRIX'ten örnek verelim: Neo, kendisinden emin değildir. Gerçekten de "seçilmiş kişi" midir acaba? Bu,
iç çatışmadır. Nebukadnezzar'ın mürettebatından Cypher Neo'yu ve diğerlerini fena halde satar. Bu,
kişisel çatışmadır. Son olarak da Neo Ajanlar ile kıyasıya mücadele eder. (Ayrıca gemidekiler de
"sentinel"ler ile boğuşur). Bu da dış çatışmadır.
ÖRÜMCEK ADAM 1'den bir örnekle bitirelim: Peter Parker kendisi ile mücadele etmektedir. Doğru olan
nedir?: Üstün güçlerini kullanarak para kazanmak mı yoksa karşılıksız olarak başka insanlara yardımcı
olmak mı? Bu, iç çatışmadır. Parker, sevdiği insanlar ile de çatışma halindedir. Amcasıyla, Mary Jane ile
(bu çatışma 2. filmde doruğa çıkar), arkadaşı Harry Osborn ile. Bu da kişisel çatışmadır. Parker dış dünya ile de çatışma halindedir: Yeşil Cin ile ve onun yarattığı çeşitli tehlikeli durumlarla, New York'taki çeşitli
suçlularla ve yangın vb. gibi felaketlerle. Örümcek Adam'ın başarısı, filmin herhangi bir saniyesinin
çatışmasız olmaması ile çok yakından alakası vardır.
(EŞKİYA'daki çatışma türlerini de siz bulun)
* * *
Gelelim babamın bana yapmadığı ve benim size yapacağım iyiliğe. Tabii ki para vermeyeceğim, bir
şeyler anlatacağım. O da şu:
"Yazdığınız her sahnede çatışma olsun."
Bu kadar. (İşte babam bana bunu söylemedi. Bu bilgiye ulaşana kadar ne kadar boş - çatışmasız - sahne
yazdım, anlatamam.)
Sanırım biraz açmam gerekiyor. Şöyle diyeyim. Sahnenizde ne oluyor olursa olsun, bu sahneyi eğer
ilginç, izlenmeye değer, komik, eğlenceli kılmak istiyorsanız, sahnenize yukarıda anlatılan üç
çatışma tarzından birini ya da bir kaçını (en fazla üç tane var zaten) koyun. Sahneniz aniden
renklenecek ve okunması / izlenmesi zevk veren bir şeye dönüşecektir.
Size önce bir kötü örnek, bir de iyi örnek vereyim.
Kötü örnek "Organize İşler"den. Filmi izleyenler hatırlayacaktır, bir sahnede Yılmaz Erdoğan ile Tolga
Çevik deniz kenarında konuşmaktadır. Güya bu duygusal bir sahnedir. İki "konuşan kafa" (Amerikalılar
böyle derler, "talking heads") bir sürü laf söylerler, fonda deniz olduğu halde. Bize seyirci olarak "bitse
de gitsek" dedirten sahnelerden biridir. Zira bir çatışma yoktur bu sahnede. Tamam, bu iki karakter
arasında bir çatışma yok, hikaye icabı; ama en azından karakterlerin iç çatışması ya da dış çatışması
olabilirdir. Nasıl mı?
"Terminator 2" filminin orta noktasından (yani Sarah Connor ve avanesi Meksika civarına gittikten)
sonra, John Connor (çocuk) ile Arnold (Terminator) arasında bir diyalog geçer. Bu sahnede John,
Arnold'a annesini anlatmaktadır. Ama bu arada Arnold da kamyoneti tamir etmektedir. Yani
konuşmaların zemininde aslında (çok önemsiz gibi görünse de) dış dünya ile yaşanan bir çatışma vardır.
Bu iki tip bir banka oturup da o konuştuklarını konuşabilirlerdir. Ama hayır, Cameron bu sahnede dahi
ufak da olsa bir çatışma unsuru koyar. İnsanlar (seyirciler) belki bilinçli olarak bunu bir çatışma olarak
algılamayabilirler, ama neticede ilginç bir şey olmaktadır. Bir makina (Arnold) bozuk bir kamyonet ile
cebelleşmektedir. Ve bu sahnenin, deniz fonu önünde dikilip konuşan iki tipten çok daha ilginç olduğu
kesindir.
Bu konuyla ilgili binlerce örnek vermek mümkün. Ama şimdi uğraşamayacağım. Artık siz, sevdiğiniz bir
filmi seyrederken, "ben bunu neden seviyorum?" sorusunun yanıtın en azından bir bölümünün bu
olduğunu biliyorsunuz. İyi senaryo yazmak da, bu tür çatışmaları (tabii ki suni değil, gerçekçi olanları)
yaratmaktan geçiyor.
* * *
İşte size babanızın bile yapmayacağı iyilik bu. Bu bilgi: Her sahnenize bir tür çatışma koyun. İç çatışma,
kişisel çatışma, dış çatışma. Emin olun, bu çatışmalar gerçekçi olduğu (yani hem hikâyenin gerçeğine,
hem de gündelik hayat gerçeğine uyduğu) sürece, yazdıklarınızın seyrine doyum olmayacaktır.