FRANSA’DA TELEVİZYON DİZİLERİ FORMATLARI
Malumunuz, bugünlerde senaristleri çok meşgul eden bir konu var:
Dizi formatları.
SENDER bana Fransa’daki durumu sordu, ben de şöyle bir özet derledim:
Fransa’da televizyon dizilerinde 52 dakikalık Amerikan formatına geçiş doğrusu biraz güç oldu. Ne de olsa sinema formatı kültüne inanan ve televizyonu küçük gören senaristlerin memleketiydi burası.
Ve elbette ki 52 dakikaya geçiş, burada derhal 90 dakikalık filmlerin sonu anlamına gelmedi. Şimdi herkes hemfikir ki, iki formatta da çalışmak mümkün. Asıl sorun parada. Aynı bütçeye daha uzun film çektirmek, kanalların işine geliyor elbette. Ve genellikle belli bir prestiji olan yazarlar, kanallarından arzu ettikleri formatı “koparatabiliyorlar.”
Bu tip ortak kararları alan komisyonlarda senaristlerin olması çok önem taşıyor. Yani sektörde, televizyonlarda ve yapım şirketlerinde anahtar mevkilerde, karar verme mekanizmalarında muhakkak bir kaç senarist bulunmalı ve her ülkede konjonktüre göre kararlar alınmalı.
Hiç bir zaman Amerikalıların finans kapasitesine ulaşmak mümkün olmasa da Fransa’da yine de prime time, day time ve access prime time kuşaklarında mümkün olduğu kadar çok “fiction” yayınlanmasına çalışıldı. Akşamları üçüncü bir kuşak olmasının endüstriye yararlı olduğu konusunda herkes hemfikir.
52 dakikalık formata geçiş süreci Fransa’da bizdeki süreçten çok farklı. Türk yazarlar zaten hali hazırda varolan dizi yazarlığı sisteminde, sadece süreyi kısaltma savaşını vermekteler. Oysa Fransa’da bu, tamamen sistem değişikliği gibi algılandı, çünkü “yönetmen filmi” kavramından vazgeçilmesinden korkuldu. 52 dakikalık formata geçilmesiyle Fransız televiyon yazarlığında büyük değişiklikler oldu, bunların en önemlisi de kollektif yazarlığa geçişti. Tamamen yazar yönetmenliği üzerine kurulmuş bir kültürde, ortak yazı atölyelerinin kurulması Paris’te gerçek bir devrim yarattı.
Kollektif yazarlık meselesine de şöyle bakıyor buradaki senaristler:
Yapımcı, farklı ufuklardan gelen çeşitli yazarları bir araya getirmeden önce projesi hakkında, yani neyi, nasıl, kaç paraya anlatmak istediği hakkında iyi düşünmeli.
Dizinin ana konusunu tespit etmek ve ilk bölümü yazmak için genellikle yazarları bir araya getirmeye lüzum yok, nasıl bir prototip ürün için 20 tane mühendis gerekmiyorsa, aynı şekilde konsept ve ilk bölüm yazarken de tek bir yazar yeterlidir hatta daha sağlıklıdır çünkü net ve kesin bir anafikri savunacak kişi odur.
Toplu yazma macerasının daha ucuza geleceğini zanneden yapımcılar yanılıyorlar çünkü sonuçta her yazarın çalışma süresi bölünmüyor. Bir de buna çok uzun tartışma süreleri ekleniyor.
52 dakikalık formata geçişle birlikte, Fransa’da “sanatsal yapımcı” kavramı doğduğuna dikkat çekiliyor:
Eskiden 90 dakikalık hikayeyi tasarlayan ve çoğu kez yazan bir yönetmen tipi vardı, oysa şimdi önce yazar sonra da yönetmen var. Yani yapımcı bu ikisinin ortasında yer alıyor ve hikayenin yazardan yönetmene geçişinde projeye sanatsal anlamda refakat edecek donanıma sahip olmak zorunda. Artık yapımcılar okuma provalarına katılıyorlar, öyküyü iyi bilip kasting konusunda fikir yürütüyorlar, senaristleri yönlendiriyorlar.
Yani yapımcının, Amerikalıların “show runner” dedikleri rolü oynaması sözkonusu ki, bu Fransız geleneklerinden çok farklı. 26 dakikalık dizilerde de durum farklı. Daha dinamik, daha kalabalık ekipler var. Yazar sayısı, bir hikaye ekibi, bir de diyalog ekibi olmak üzere 25 yazara kadar çıkabiliyor ve yılda 120 bölüm hazırlanabiliyor.
Başyazarın altındaki iki yazar, hikaye ve diyalog ekiplerini yönetiyor. Hikaye ekibi haftada 26 dakikalık 5 bölüm yazıyor. Bölümlerin kısa ve net yazılması önem taşıyor. Diyalog ekibi de 3 taslak yazıyor, haftada tek toplantı yapıyor.
Bir de çok kısa formatlar, her akşam beş dakikalık bir skeç gibi, orada da her projenin ayrı bir öyküsü olduğunu görmek mümkün.
Bitmez tükenmez reklamlarla kesilen bitmez tükenmez dizilerin memleketi Türkiye’de bakalım durum ne olacak?
İlkbaharın klavyelerinize ilham getirmesi dileğiyle…