Gevşek Senaryo – Sıkı Senaryo
Sahne yazma olayı bittiği zaman, senaryonuzu tekrar tekrar gözden geçirme aşamasına gelinir. Bu
aşamada senaryodaki fazlalıkları ve gevşeklikleri atar ve “sıkı” bir senaryo yaratmaya başlarsınız.
Gereksiz diyaloglar atılır, uzun sahneler kısaltılır, hatta bazen koskoca bir sahneyi atmanız gerekir.
Neden böyle bir şey yapılır?
Çünkü hemen bütün senaryoların ilk müsveddeleri (“first draft”) şişkin olma eğilimindedir. Yazar henüz
“büyük resmi” göremediği için neyin önemli neyin önemsiz olduğunu ayırt edemez. Bu nedenle de
hoşuna giden veya önemli olduğunu sandığı her şeyi senaryoya koyar.
Ne zaman ki senaryonun ilk müsveddesi biter, o zaman düzeltme ve kısaltma (çok nadiren de ekleme)
yapma zamanı gelir. Syd Field bunun son derece normal olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bir senaryodan
sahne atmak, bitmiş bir senaryoya sahne eklemekten çok daha kolaydır. Bu nedenle ilk
müsveddeyi yazarken elinizi korkak alıştırmayın.”
Eğer elinizde iyi bir malzeme varsa ya da siz elinizdeki malzemeyi iyi işlemeyi başarırsanız, ortaya çok
güzel, fazlalıklardan arınmış, ritmi yüksek bir senaryo çıkar. Her sahne gerekli ve eğlencelidir. Neden –
sonuç ilişkisine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Bu nedenle bir sahneden diğerine geçiş “yağ gibi kayarak” olur.
Seyirci bir anda kendini filmin sonunda bulur. 2 saatlik sürenin nasıl geçtiğini anlamaz bile.
İşte bu, başarılı bir senaryoya dayanarak çekilmiş başarılı bir filmdir.
Peki elinizdeki malzeme yeterince iyi değilse ya da iyi bir malzemeyi yeterince iyi işlemeyi
başaramazsanız ne olur? Gereksiz derecede uzun sahneleriniz, upuzun diyaloglarınız olur.
Sahneler birbirlerini sıkı bir neden-sonuç ilişkisiyle izlemezler. Film “şişkin”dir. (Bunun en son örneğini
“Be Cool”da gördüm. Şu John Travolta’lı Uma Thurman’lı film). Seyirci böyle bir film izlerken doğal olarak
sıkılır. O iki saat onun için bitmek bilmez.
Oysa iki saat, iki saattir. 120 dakika, 7200 saniye. Ama seyircinin zihnini ve duygularını tahrik edecek
(i.e. harekete geçirecek) ve meşgul tutacak bir materyal sunmazsanız, o 7200 saniye 72 saat gibi gelir,
geçmek bilmez. Sizin yazar olarak göreviniz, seyirciye 7200 saniye boyunca oturduğu koltuğu, içinde
bulunduğu sinema salonunu (ya da evin salonunu) unutmasını sağlayacak bir malzeme sunmaktır. İster
2. Dünya savaşını anlatın, ister çocukluğunuzun geçtiği köyü, bunu seyirciyi sıkmayan bir biçimde,
ilginç ve çeşitli malzemelerle, ve ritmik bir biçimde yapmalısınız. Başarılı senaristlik budur.