4) Hikayenizin hızını gittikçe artırın.
Hikaye doruk noktasına (climax) doğru yaklaştıkça momentum da artmalıdır. Bu sadece aksiyon filmleri
için değil, komedi ve dramalar için de geçerlidir.
5) Aksiyon ve mizahta tepe ve vadiler yaratın.
Senaryonun duygusal olarak çok güçlü anlarını, daha hafif sahneler izlemelidir. Böylece seyirciler bir nefes
alabilirler. Ayrıca siz de (yazar olarak) bir sonraki daha yüksek zirveyi kurmaya başlayabilirsiniz. 30
dakika süren etkili bir aksiyon sahnesi diye bir şey yoktur.
(Sanırım bu yüzden "Matrix 2" ve "Matrix 3"ü, 1.si kadar sevmedim. "Matrix 2"deki o uzun araba
kovalama sahnesi ve 3'ün finalindeki o uzun savaş sahnesi bana biraz tatsız gelmişti. "Yüzüklerin
Efendisi"ndeki çok uzun savaş sahneleri de, onca görsel efekte rağmen, bir noktadan sonra etkileyiciliğini
Mizahta da aynı durum söz konusudur. Ne kadar komik olursa olsun 90 dakika süren bir espri yoktur.
6) İzleyicide / okuyucuda bir beklenti yaratın.
Biri senaryonuzu okuduğunda, bir sonraki sahned neler olduğunu tahmin etmeye çalışır. Ama her zaman
haklı çıkmak istemezler. Seyirciyi / okuyucuyu hikayeye bağlayan şey, hikayenin nereye gittiği ile ilgili
7) Okuyucuya üstün pozisyon verin.
Yani izleyici / okuyucu filmdeki karakterlerin bilmediği bir şeyi bilsin. Örneğin "Mesajınız Var" (You've Got
Mail) filminde Kathleen Kelly'nin (Meg R.) yazıştığı ve aşık olduğu adamın, aynı zamanda onun en büyük
rakibi olan Joe Fox (Tom H.) olduğunu filmin ilk yarısı boyunca sadece biz seyirciler biliriz.
Bu teknik, beklenti yaratma tekniği ile birlikte kullanıldığında son derece etkili olur. Beklentiyi yaratan
şey, seyircinin üstün konumudur. Seyirci kahramanların, kendisinin zaten bildiği şeyi öğrendiğinden
olacakları görmeyi bekler.
8) Seyirciyi şaşırtın ve beklentileri tersine çevirin.
Beklenti çok güçlü bir yapısal araçtır, ama her zaman seyircinin / okuyucunun olacakları önceden tahmin
etmesini istemezsiniz. Bazen seyirciyi şaşırtarak onları, daldıkları güvenlik duygusundan çıkarabilirsiniz.
Örneğin "Azınlık Raporu" filminin çok kritik bir sahnesinde, filmin kahramanı John Anderton'un, kehanette
öngörüldüğü gibi oğlunun katilini öldüreceğini zannederiz. Kısa bir süre sonra John bunu yapmaktan
vazgeçer. Kaderinin kontrolünü eline alır ve kehanetin aksine adamı öldürmekten vaz geçer. Biz de
rahatlarız, çünkü özdeşleştiğimiz kahramanın katil olmasını istemeyiz. Ama hemen sonra, Leo Crow
(John'un oğlunu öldürmüş gibi yaptığı takdirde ailesi para alacak kişi) kendini John'a zorla öldürtür. Bir
anda bütün beklentilerimiz suya düşer. Kahramanımız gerçekten de (istemese de) katil olmuştur; kehanet
sistemi işlemektedir. Biz de büyük bir heyecanla olacakları bekleriz.
9) Okuyucuda merak uyandırın.
Bir karakter, olay ya da durum başlangıçta tam olarak açıklanmazsa ya da kahramanın hikaye boyunca
bir sorunun cevabını bulması gerekiyorsa, seyirci sonucu öğrenmek için hikayeye bağlanır.
"Matrix" filminde "Matrix nedir?" sorusunun cevabını bulmak isteriz. Benzer bir film olan "Dark City"de de
bu acayip şehirde neler olduğunu öğrenmek için filmin sonuna kadar heyecanla bekleriz. "Bourne
Identity" filminde Jason Bourne'un (Matt Damon) gerçek kimliğini keşfetme sürecine biz de gönüllü olarak
katılırız, vb.
10) Hikayenin önemli olaylarının ipucunu önceden verin (foreshadowing).
Önceden ipucu vermek, karakterlerin hareketlerini ya da yeteneklerini daha inanılır kılar. Örneğin eğer
sıradan bir kadının hikayenin bir noktasında eline silah alıp isabetli atışlar yapmasını istiyorsak, bunun
ipucunu önceden vermeliyiz. (Bu kadının babası polis olabilir ve kızına zaman zaman arka bahçede silahla
atış yaptırmış olabilir.) Böylece o sahne daha inandırıcı olur.
"Terminator 3"teki senaryo hatalarından biri budur: Film boyunca sakin bir veteriner olan Catherine
Brewster filmin finalinde eline bir otomatik tüfek alır ve çok isabetli bir biçimde ateş eder. Biz de "ne
oluyor burada?" deriz. Çünkü bu davranışın gerçekleşebileceğine dair daha önce bize hiçbir ipucu
sunulmamıştır. Bu noktada film inandırıcılığından bir şeyler kaybeder.
"Terminator 2" filminde ise "önceden ipucu verme" yönteminin doğru kullanımını görürüz: John Connor'ı
(çocuk) ilk tanıdığımızda, çalıntı bir kredi kartıyla bir bankadan para çekmektedir. Bu yeteneğini daha
sonra, Syberdyne şirketinde bir kapıyı açarken kullanır. Eğer en baştaki para çalma sahnesi olmasaydı,
küçük bir çocuğun elektronik bir kapıyı açmasına inanmazdık ve film de inandırıcı olmazdı.
11) Karakterin değiştiğini ve geliştiğini göstermek için bazı durumları, nesneleri ve diyalogları
senaryo içinde tekrarlayın.
Yine "Terminator 2"den bir örnek. John Connor Arnold'a "Hasta la Vista" demeyi öğretir. Filmin sonundaki
kritik bir anda Arnold bu cümleyi tekrarlar. Bu da robotun zaman içinde insansılaştığının bir kanıtıdır.
"Braveheart" filminde de bu teknik kullanılır. Filmin kahramanı William Wallace, çocukken çok isabetli bir
biçimde taş fırlatma yeteneğine sahiptir. Bu yeteneğini daha sonra köyüne döndüğünde, arkadaşı
Hamish'e karşı kullanır. Filmin daha ileriki bir sahnesinde bir grup İngiliz askeri, İskoçyalıları bir köşeye
sıkıştırdığında, askerlerin komutanının kafasına bir taş fırlatılır. Bu, İngilizleri pusuya düşürmüş olan
William Wallace'tan gelen bir taştır.
Son örnek de "Son Samuray"dan. Yüzbaşı Algren (Tom C.), sopayla nasıl savaşması gerektiğini
öğrenirken, "aşkın" (transandantal) bir zihin haline girmesi gerektiğini öğrenir. Bu sayede rakibinin
darbelerini önceden görebilmektedir. Algren bu becerisini, filmin ilerleyen bir bölümünde, kendisini
pusuya düşürmek isteyen Japonlara karşı da kullanır.
12) Kahramanlardan birini tehlikeli bir duruma sokun.
Hikayenizin önemli karakterlerinden birini tehlikeye atmak, seyircinin hikayeye duygusal olarak daha fazla
bağlanmasını sağlar. Karakterlerden birine yaklaşan bir tehlike olduğu sürece seyirci / okuyucu o
karakterin o belayı atlatıp atlatmadığını öğrenmek isteyecek ve filmi izlemeye / senaryoyu okumaya
devam edecektir. Bu teknik sadece gerilim filmleri için değil, komediler ve dramalar için de geçerlidir.
13) Hikayeniz inanılır olsun.
Seyircinin / Okuyucunun hikayeye olabildiğince büyük bir bir duygusal bağ ile bağlanmasını sağlamak için
hikayeniz "kendi kuralları içinde" mantıklı ve inanılır olmalıdır.
Bir senaryoda istediğiniz her şey olabilir: insanlar uçabilir ("Superman"), gözden kaybolabilir ("Hollow
Man" - Kevin Bacon), zaman ve mekan içinde hareket edebilirler ("Terminator", "Uzay Yolu"), ölümü ve
yerçekimini yenebilirler. Ama gerçek hayatın kurallarını değiştirecekseniz, kurgusal karakterlerinizin ve
dünyanızın parametreleri ve sınırları seyirciye net bir biçimde seyirciye açıklanmalıdır.
Bunun en güzel örneklerinden birini "Matrix"de görüyoruz. Birbirini izleyen bir kaç sahnede Morpheus
Neo'ya "Matrix"in özelliklerini anlatır: Matrix'i asıl gerçeklik değil sanal bir gerçeklik olduğunu, kendine
özgü kuralları bulunduğunu, bu kuralların bazılarının esnetilebildiğini, bazılarının ise kırılabildiğini söyler.
"Star Wars" 1 ve 2'de (Episode 4 ve 5) de Ben Kenobi ve Yoda, genç Jedi şövalyesi Luke Skywalker'a
Güç'ün özelliklerini ve onu nasıl kullanabileceğini anlatırlar. Bu anlatımda sonra hem kendilerinin hem de
Luke'un sergilediği bazı doğaüstü yeteneklere şaşmayız. Hatta en çok bunları görmek isteriz.
14) Seyirciye bir şeyin nasıl yapılacağını ayrıntısıyla öğretin.
Eğer kahramanın bir şeyin nasıl yapıldığını öğrenmesi gerekiyorsa, hikaye duygusal olarak daha da çekici
olur. Çünkü izleyici de o karakterle birlikte bir şeyler öğrenir.
"Karate Kid"de Ralp Macchio'nun karatenin inceliklerini öğrenişine tanık oluruz. "Rocky"de Stallone
profesyonel boksörlüğü öğrenirken "Paranın Rengi"nde Tom Cruise Paul Newman'dan bilardo tekniklerini
öğrenir.
15) Hikayenize hem mizah hem de ciddiyet katın.
Eğer ağır bir trajedi yazıyorsanız, hikayenize arada sırada hafif, eğlenceli anlar katın. Çünkü gerçek
hayatta da durum böyledir: en ciddi ya da hüzünlü anlarda bile komik bir şeyler olur. Bu olaylar, o üzücü
ânı yaşayanların duygusal olarak boşalmasına / rahatlamasına olanak tanır.
"Titanic"in batışından sonra Jack buz gibi soğuk suyun içinde yüzerken Rose'a "Three Star şirketine çok
sert bir şikayet mektubu yazacağını" söyler. "Son Samuray"ın finalinde de benzer bir komiklik vardır:
Samuraylar intihar niteliğindeki son saldırılarını yapmadan önce Katsumoto Yüzbaşı Algren'e, kendisine
daha önce anlattığı "Thermapoli" savaşının neticesinin ne olduğunu sorar. Yüzbaşı Algren de herkesin
öldüğünü söyler. Bu, o ânın ciddiyetiyle bir tezat yaratan komik bir sözdür.
"Pulp Fiction" (Ucuz Roman) ise neredeyse tamamen bu teknik üzerine kuruludur. Film boyunca "adam
öldürmek" gibi ciddi bir iş yapan kiralık katillerin aralarında geçen geyik muhabbetini dinleriz. Yapılan işin
ciddiyeti ile konuşulanlar arasında öyle bir tezat vardır ki gülelim mi, dehşete mi düşelim bilemeyiz.
Bunun tersi de geçerlidir: Komedi yazıyorsanız, ne kadar gülünç olursa olsun, hikayenizi ve
karakterlerinizi ciddiye alın. Onları zor durumlardaki gerçek insanlar gibi sunun. "Bu nasılsa ucuz bir
komedi, bu yüzden ne yaptığımızın hiçbir önemi yok" diye düşünmeyin.
Buna bizden bir iki örnek vereyim: "Çocuklar Duymasın" dizisinin bu kadar başarılı olmasının temelinde
yatan özelliklerden biri, o kadar gülmece arasına zaman zaman son derece duygusal anlar koymasıydı.
Özellikle de Haluk ile Meltem'in ayrılma kararının yarattığı hüzün ve bundan haberdar olmayan diğer
karakterlerin yarattığı komedi çok güzel bir tezat oluşturuyordu.
"Şöhretler Kebapçısı"nda da buna benzer sahneler vardı. Ali Kıran'ın evine yeni taşındığı sırada, daha
sonra ortağı olacak Babaç ile yaptığı "babasız büyümek" üzerine konuşma, diziye çok güzel bir tat
katmıştı. Garson Oral'ın anasıyla yaptığı duygusal konuşmalar da dizinin havasını bir anda değiştiriyor,
karakterlere ve durumlara bir derinlik katıyordu. (Bir bölümde Oral'ın öldüğü zannediliyor, bir çanta
dolusu para için birbirini yiyen ekip bu parayı Oral'ın annesine yollamaya karar veriyordu. Gerçekten çok
duygusal bir andı. Oral'ın aniden dirilip "İsterseniz parayı ben elden götüreyim" demesiyle gülmekten
yerlere yuvarlandığımı hatırlıyorum.)
16) Filminize etkili bir giriş yapın!
Senaryonun ilk 10 sayfası, bütün senaryonun en önemli 10 sayfasıdır. Seyirciyi derhal duygusal olarak
yakalamalısınız. Bunu yapmanın en kestirme yolu heyecanlı bir aksiyon sahnesi koymaktır. "Kutsal
Hazine Avcıları"nın girişindeki o muhteşem aksiyon sahnesinden sonra Indiana Jones 20 dakika boyunca
bir sigorta poliçesi okusa bile seyirci "ne olacak acaba?" diye filmi izlemeye devam ederdi.
Ama her filmin başına bu kadar aksiyon koyamazsınız. Bir çok film gündelik hayatını yaşayan sıradan
insanları anlatır. O zaman da okuyucuyu başka bir biçimde yakalamalısınız: mizah ("Benden Bu Kadar"),
birşeyler olacağına dair bir önsezi, kışkırtıcı bir karakter, hatta ilginç ve sıradışı bir mekan.
17) Hikayenizi etkileyici bir biçimde bitirin.
Ticari açıdan başarılı bütün filmlerin iki ortak özelliği vardır: 1) Film hakkında yayılan olumlu söylentiler.
2) Filmi tekrar tekrar izleyen seyirciler. Eğer filminizin etkileyici bir finali olmazsa bunların ikisini de
başaramazsınız.
Etkileyici bir finalin iki öğesi vardır: doruk ("climax") ve doruk sonrası.
Doruk, 3. perdenin ikinci yarısında, kahramanımızın en büyük engelle karşılaştığı andır. Doruk, filminizin
duygusal olarak en yüksek noktasını oluşturur. Ve kahramanınızın dış motivasyonunu başarıp
başaramadığını net bir biçimde ortaya koymalıdır. Dorukta Kahraman ve Düşman (Nemesis) son kez
çarpışır.
Hikayenizin doruğu ile ilgili hiçbir belirsizlik olamaz. Kahramanınız dış motivasyonunu ya elde eder ya
da edemez. Seyirci bir buçuk saattir bunu öğrenmek için beklemiştir. Onları muallakta bırakamazsınız.
Doruk sonrası, doruğu izleyen duygusal sönme / azalma sürecidir. Dorukta yaşanan yüksek
duygulardan sonra, hikayeyi filmin sonuna taşıyan ve seyircinin doruktaki duyguları hazmetmesine olanak
tanıyan sahnelerdir.
Bazen bu sahneler çok uzun olabilir (Titanic). Ama bazı filmlerde son derece kısadır ("Rocky", "Er Ryan'ı
Kurtarmak").
Filminizin sonu, seyircinizin duygusal olarak en tatmin edici bulacağı son olmalıdır. Bu, ille de filminize
mutlu son vermeniz gerektiği anlamına gelmez. Ama finaliniz bir biçimde insan ruhunun yüceliğini
korumalı, geleceğe doğru bir umut, bir gelişme, insanlık durumuyla ilgili bir aydınlanma içermelidir.
"Guguk Kuşu"nun sonunda kahramanımız Jack Nicholson ölür. Ama film boyunca kendisine arkadaşlık
eden Şef, kendisinden hiç beklenmeyen bir şey yapar ve akıl hastanesinden kaçar. Bu bize insan ruhunun
hapsedilemeyeceğine dair çok güçlü bir mesaj verir.
Benzer bir durum "Er Ryan'ı Kurtarmak"ta da vardır. Filmin sonundaki büyük savaş sahnesinde,
Tercüman Upham'a gıcık oluruz. Çünkü korkaklığından dolayı, ondan daha önce özdeşleştiğimiz bir
askerin ölümüne izin verir. Fakat daha sonra Upham "titreyip kendine gelir" ve daha önce kendisini
kandıran bir Alman askerini öldürerek gözümüze girer.
Özetle şunu söylemek istiyorum: Seyirci "hayatın zor olduğunu, hayatın kırıcı olduğunu, hatta
hayatın traji olduğunu" duymak ister, ama hayatın b.ktan olduğunu duymayı istemez. Zaten bu
yönde son derece güçlü şüpheleri vardır. Ama bu duygusunun pekiştirilmesi içn 10 YTL vermeyecektir.
(100 binden az seyirci çeken Türk filmlerine baktığınız zaman, şaşırtıcı bir biçimde bu filmlerin önemli bir
bölümünün bu mesajı verdiğini görürsünüz)
Son olarak: eğer mümkünse, filminizi mutlu bitirin. Çünkü "mutlu son satar". Seyirciler sinemaya
sorunların çözüldüğünü görmeye, görünüşte çözülmesi imkansız sorunlarla boğuşan ve onların üstesinden
gelen kahramanlarla özdeşleşmeye giderler. Bu da seyirciye bir umut ve tatmin duygusu verir. Kendi
hayatları filmde anlatılanlardan daha kötü bile olsa. Özellikle de yazarlık kariyerinizin başlarındaysanız,
seyirciye mutlu son vermek, başka işler almanızı kolaylaştıracaktır.