Senaryo Gruplarına Öneriler
Burada bir takım arkadaşların senaryo grubu kurduklarını, bir takım arkadaşların grup için eleman aradıklarını, yine bir takım arkadaşların da elinde bulunan elemanları kaybettiğini duyuyorum.
Uzun bir süre 3 kişi çalıştığımdan ve artık "Senaryo Grubu Psikolojisini" iyi bildiğimden mütevellid, edinmiş olduğum izlenim ve tecrübelerimi siz değerli arkadaşlarımla paylaşmayı uygun gördüm.
Umarım faydalı olur herkes için...
Televizyon piyasasını elinde tutan senaristler hep bir grup oluşumundalar. Bunlara bir bakalım…
Bir İstanbul Masalı, Hırsız Polis, Bıçak Sırtı: Neşe Şen-Gaye Boralığolu
Yaprak Dökümü, Dudaktan Kalbe: Ece Yörenç, Melek Gençoğlu
Kurtlar Vadisi, Ekmek Teknesi, Eşref Saati: Raci Şaşmaz-Bahadır Özdener-Cüneyt Aysan
Pusat, Pars Narkoterör, Acı Hayat: Aybars Bora, Onur Şener, Selman Kılıçarslan
Fikrimin İnce Gülü, Kırık Kanatlar: Rüya İşçileri
Örnekleri çoğaltmak mümkün…
Hatırla Sevgili, İkinci Bahar, Yabancı Damat : Nilgün Öneş
Mahinur Ergin, Meral Okay vb…
Bir tek Gülse Birsel var tek çalışan….
Bunlar Türk televizyonunu kaplamış olan insanlar… Ve hep beraber çalıştıkları bir arkadaşları var… Yalnız çalışmaktan çok büyük avantajları var, grup çalışmasının. Ama yalnız çalışmanın da tadı başkadır…
***
Herkes gibi bu işe başlarken yalnızdım. Öğrenme aşamasında olduğum için (hala da öyleyim) başkalarıyla çalışmak ilgimi çekmiyordu. Başkalarının hikayemi berbat edeceğini düşünüyordum.
Bir iki projem böyle yalnız geçti.
Sonra, bir arkadaşıma, duygularımı, düşüncelerimi, hayallerimi, yapabileceklerimizi anlattım. Demek ki onun da içinde varmış ki böyle bir şey, beraber çalışmaya başladık. İlk başlarda biraz sıkıntı çektik. Çünkü arkadaşım senaryo bilgisine sahip değildi ama müthiş bir yaratıcı zekası olduğu için ona güvendim. Sonra alıştık ve yalnız çalışamaz olduk. Şimdi hala yalnız çalışamıyoruz.
Bazen, yaptığımız senaryo toplantılarında gerginlikler oluyor, tansiyon yükseliyor, zaman geliyor tepine tepine gülüyoruz. Bazen ikimizin de morali sıfır oluyor, tek kelime yazmadan toplantıyı bitiriyoruz. Bunlar normal...
Benim bu süre zarfında edindiğim en büyük tecrübe şu:
"SAMİMİYET"
Gerçekten samimiyet olmadan hiç bir şey olmuyor. Grubundaki kişiye istediğin gibi takılamıyorsan, ona ne düşündüğünü anlatamıyorsan, her şeyden önemlisi ne hissettiğini ona açıklayamıyorsan iş gerçekten çok zorlaşıyor.
Aslında bizim en büyük avantajımız, aynı yurtta ve okulda aynı sınıfta olmamız olabilir. Böyle bir statüde ister istemez samimiyet oluşur ama diğer türlü de samimiyetin kurulamayacağı anlamına gelmez.
Yani sizin grubunuzdakilerle iyi anlaşmanız için aynı sınıfta ya da aynı işyerinde olmanız gerekmez.
Peki yeterince samimi olmazsak ne olur?
Yeterince samimiyet kurulmadığı zaman, grup üyeleri birbirinin arkasından farklı düşüncelere yönelebiliyor. Toplantı esnasında,kafasına takılan bir şeyi yüzüne karşı rahatça söylemektense, toplantı dışında bunu başkalarıyla paylaşabiliyor.
Ben böyle bir ortamdan sağlam fikirlerin çıkabileceğini düşünmüyorum.
Ama, samimiyet dozu yerindeyse, aklına takılan bir şeyi rahatça sorabiliyorsan, tartışmaktan çekinmiyorsan, az önce bağırdığın, kızdığın arkadaşına toplantı sonrası; "Naber lan" (ya da farklı bir şey) diyebiliyorsan, işte o masadan çıkan fikirler daha bir tatlı oluyor.
O zaman ilk çıkarsamamızı yapabiliriz:
SAMİMİYET
***
Diğer bir unsur ise: EŞİTLİK
Ben arkadaşımla birlikte çalışırken aramızda hiçbir fark yoktur. O, senaryonun teoriksel kısmında eksik olsa bile ikimiz de aynı bilgideymişiz gibi algılarız.
Benim, kabul etmediğim bir satır, onun kabul etmediği bir kelime yazılmaz. Aynı zamanda fikrimi kabul etmedi diye birbirimize kızmayız.
Burada proje sahibinin kim olduğu ikimizin de aklına gelmez. Yani ben ona "Bu proje benim kardeşim, ben ne diyorsam o" gibi ilkel bir cümle sarf etmem.
Ortaya atılan fikir ne kadar güzel olursa olsun ikimiz de aynı anda sevmiyorsak, ikimizi de heyecanlandırmıyorsa, o fikir senaryoya girmez.
Çünkü benim göremediğim bir eksiği mutlaka görmüştür.
Eğer, ben "Bu sahnede X karakteri koşar" diyorsam, niye koştuğunu ona anlatmak zorundayım. O da aynı şekilde... Birbirimizi ikna etmeden hiç bir şey yazmıyoruz.
(Mesela bir röportajda Yaprak Dökümü'nün senaristlerinin senaryoyu bölüştüklerini duydum. Tretmanı çıkardıktan sonra senaryoyu bölüşüp diyalogları tek çalışarak yazıyorlarmış. Çok garip... Tercih meselesidir ama bilmiyorum yine de... Pek sağlıklı değil... )
Ama bu yazdıklarımın fikir üretilmesine engel teşkil ettiği anlaşılmasın.
İkimiz de bilinç altı denen mekanizmanın nasıl çalıştığını bildiğimiz için, birbirimizi kesinlikle kısıtlamıyoruz. Olabildiğince fazla fikir üretmeye çalışıyoruz. Ve saçma, pahalı, uygulanamaz olmasına önem göstermiyoruz.
Yani, çok ciddi bir aşk hikayesi kurgularken “Kızın babası, uzay/zaman düzleminde gidip gelebilen bir dinazorun soyundan geliyor olsun.” gibi bir düşünce ortaya atılıyorsa, o toplantıda kim bilir nasıl bir muhabbet dönüyordur siz düşünün #61514;
Diyebilirsiniz ki; bunun size ne faydası oluyor?
Şöyle bir faydası var: Saçmalama özgürlüğümüzü kullanınca cesaretimiz artıyor. Bilinç altımızı ele geçiriyoruz ve o da (bilinç altı) bize farklı, orijinal fikirler göndererek, bizi ödüllendiriyor.
Gezgin Hocam’ın bir örneğini vermek istiyorum:
Terminatör’ün yazarı James Cameron ve arkadaşı Terminatör 2’yi yazmak için masa başına geçtiklerinde şöyle bir fikir çıkmış: Terminatör bu filmde iyi rolde olsun.
Daha sonra bu fikrin saçma olduğunu düşünüp gülüp geçmişler. Ama sonra saçma olarak düşündükleri bu fikre dönerler, filmin konusunu bu fikre göre kurarlar ve muhteşem bir film yaparlar.
Saçma fikirlere çok iyi bir örnek…
***
Diğer bir unsur ise İŞ BÖLÜMÜ
Amerika’da böyle işler vardır. Mesela, yabancı dizileri izliyorsanız, WRİTİNG bölümünde her bölüm farklı birinin ismi yazar. Ama CREATİNG diye bir faktör de vardır.
LOST dizisinin CREATİNG’i J.J Abrams’dır. İlk bölümün senaryosunu yazar sonra diğer senaristlere bırakır. Ama sürekli işin içindedir. Denetler, katkıda bulunur. Ekibin başıdır.
Bu bir bakıma olağan karşılanabilir…
Ama bizde Tretman Ekibi diye bir ekip vardır. Benim hala daha kafamın almadığı bir konudur. Ya ben dizimin tretmanını niye başkasına yazdırayım? Diyaloglarımı neden başkası yazsın? Çok garip…Bana bu konuyu anlatabilecek olanları dinlemeye hazırım…
O yüzden size tavsiyem böyle işlere girmeyin. Sinopsisi de, tretmanı da, diyalogu da beraber yazın. En iyisidir…
Ha eğer yazamıyorum diyorsanız… Yapabileceğiniz tek şey var:
ÖĞRENMEK…
Kimse, bu işi anasının karnında öğrenmemiştir. Allah vergisi yetenek başka bir konudur. Ama bizler de bu işi tırnağımızla kazıyarak öğrendik. O yüzden gruptaki arkadaşlarınıza bu şekilde davranmak yanlıştır diye düşünüyorum…
Bunlar benim kendi tecrübelerim…
Kesinlikle “kesin” kurallar değildirler ama uygulanırsa da iyi sonuç verecek şeylerlerdir.
Takdir sizin…
KOLAY GELSİN…
NOT: Bu yazıyı yazarken kısmen de olsa GEZGİN’den yararlandım…
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol