Daha önceki yazılarda, bir film kahramanının en önemli özelliğinin bir şeyi istemesi olduğunu
belirtmiştim. Bu isteğin, hikayeyi ileri götüren motor olduğunu da söylemiştim. "Bu istek olmadan
Ama karakterle ilgili koşullar "istek" ile sınırlı değildir. Bir başka kavram daha var ki, karakterimize
derinliği o katıyor. Bu kavram da "İHTİYAÇ"tır.
İhtiyaç, zaman zaman kahramanımızın bile farkında olmadığı bir şeydir. Örneğin kahramanımızın
"kendine güvenmeyi" öğrenmesi gerekmektedir. Ruhsal olarak biraz daha olgunlaşmasının önündeki
Ya da "insanın ancak derin ilişkiler ile mutlu olabileceğini" öğrenmesi gerekmektedir. Bu, sürekli
olarak yüzeysel ilişkiler kuran ya da bir ilişki gerçekten de derinleşmeye başladığında ortadan kaybolan
bir kahraman için geçerli olabilir.
Peki "ihtiyaç"ın "istek"ten farkı nedir?
İstek, kahramanın hikaye boyunca elde etmeye çalıştığı, kendisinin açık seçik bir biçimde bilincinde
olduğu şeydir. "Yalancı Yalancı" filminde Fletcher (Jim Carrey), bir davayı kazanmayı istemektedir.
Ayrıca oğlunu ve eski karısını yeniden kazanmayı da istemektedir. Jim Carrey'nin film boyunca peşinden
koştuğu iki istek bunlardır.
Ama Jim Carrey'nin ihtiyacı "dürüst olmayı" öğrenmektir. Hayatta gerçek mutluluğu bulmak için
dürüstlüğün önemini kavramak zorundadır. Hem mesleğinde hem de kişisel ilişkilerinde dürüstlüğün
değerini öğrenme ihtiyacı içindedir. Film boyunca başına gelen bütün olaylar ona bu ihtiyacını göstermeye
çalışır.
Filmlere derinlik katan şey, kahramanların bu içsel ihtiyaçlarını yavaş yavaş fark etmeleri ama başlangıçta
(hatta filmin önemli bir bölümü boyunca) buna direnmeleridir.
Yine "Yalancı Yalancı"dan örnek vereyim: Eğer Jim Carrey neye "ihtiyacı" olduğunu filmin en başında
fark etse ve "Evet ya, ben dürüst bir insan olayım bundan sonra" dese, ortada ne bir hikaye olurdu, ne de
o büyük kahkaha tufanı.
Burada, temel insan psikolojisi bilgisi devreye giriyor:
İnsanlar, yapı itibariyle MUHAFAZAKAR'dırlar. Değişimi sevmezler, zorunda kalmadıkça da
değişmezler. Bunun biyolojik nedenleri vardır. İnsan vücudu milyonlarca yılda geliştirdiği mekanizmaları
hemen bir çırpıda değiştirmek istemez. "Homeostasis" denilen iç dengeyi korumak için hep belirli
rutinleri takip etmek ister.
Ama insanı insan yapan bir diğer özellik de muazzam gelişme kapasitesidir. İnsan, bedeninin
tutuculuğuna zihinsel olarak karşı koyabilir. Bedeni bir şey isterken ruhsal olarak başka bir şeyi isteyebilir.
O zaman bir çatışma ortaya çıkar. Ve bu çatışmadan da daha gelişmiş bir insan zuhur eder. Fakat ne
olursa olsun değişim, o insanın "kapasitesi" kadar olur. İnsanlar değişim kapasitelerini aşan taleplerle
karşılaştıklarında ezilirler, depresyona girerler, vb.
Demek istediğim, insan bedeninde ve ruhunda değişim kabiliyeti kadar (ve hatta daha güçlü olmak üzere)
muhafazakarlık da vardır. Ve iyi senaryolar, insan ruhunun değişime direnen bu tarafı üzerine kurulur.