Hiç Bir Senaryo Artık Yorumsuz Kalmayacak

Sahneye Giriş Ve Çıkış - Revisited

Sahne yazımı ile ilgili olarak söylenebilecek en önemli şeylerlerden biri sahneye ne zaman girilmesi 
gerektiği ile ilgilidir. 
Bu konuyla ilgili olarak ana prensip şudur: "Sahneye olabildiğince geç girip sahneden olabildiğince erken 
çıkın." 
Dinlemesi ve söylemesi hoş olan bu cümle acaba neyi anlatmak istiyor? 
Bir sahneye başlamadan önce göz önünde bulundurmanız gereken bazı şeyler var. Bunları şöyle 
sıralayabiliriz: 
Bu sahne, ana hikayenin hangi aşamasında yer alıyor? 
Bu sahne, ana hikayeyi nasıl ileri götürüyor? 
Bu sahnede kimler var? 
Sahne nasıl başlıyor ve nasıl bitiyor? 
Michael Hauge'un çok isabetli bir tespiti var. Diyor ki: "Sahnenin nasıl biteceğini bilmeden, sahneyi 
yazmaya başlamayın."
Yani, sahnedeki kişilerin arasında geçen diyaloglar, yaşanan olaylar nerede son buluyor? Son bulmuyorsa 
nerede kesiliyor? Bunları bilmeniz lazım. Ancak ondan sonra yazmaya başlayabilirsiniz sahneyi. 
* * * 
Sahneye nasıl gireceğiz?
Bu konunda en sık yapılan hatanın, sahneye erken girmek olduğunu söyleyebilirim. Yani yazar sahneye, 
önemli ve ilginç bir olay olmadan çok önce girer. Güya seyirciyi o önemli ana "hazırlar", ondan sonra o  
 
sahnenin anahtar olayı gerçekleşir. 
Ama o zamana kadar seyircinin ilgisi büyük ölçüde azalmış olur. Seyirci sıkılmaya başlar. O sahnedeki 
önemli olay da etkisini kaybeder. 
Yazar sahneye, ya önemli olaydan hemen önce, ya da olmuş bir önemli olaydan hemen sonra girmelidir. 
Yani izlemeye başladığımız insanlar ya ilginç bir olay yaşayacak ya da yaşamış olmalıdır. Bu ilginç olayın 
beklentisi veya çarpıcı sonuçları seyirciyi sahneye bağlar. 
Titanik filminden bir örnek vereyim. (Hep bu filmden örnek vermemin iki nedeni var: Birincisi, neredeyse 
ezbere bilmem. İkincisi de, bu siteyi takip eden herkesin bu filmi görmüş olduğu yönündeki varsayımım. 
Eğer hala görmediyseniz, boğaz manzaralı bir intihar tavsiye ediyorum  
"İntihar Sahnesi" olarak adlandırdığım (ve aşağılarda bir yerde uzun uzadıya incelediğim) sahnede Rose, 
geminin güvertesinde ağlayarak koşmaktadır. Neden ağladığını bilmeyiz. Ama tahmin edebiliriz. Rose'un 
annesiyle ve nişanlısıyla ilgili sorunları vardır. Bu ikisinden biriyle ya da her ikisiyle fena halde tartışmış
olabilir. Bu öyle büyük bir tartışmadır ki Rose'u intiharın eşiğine getirmiştir. Ama senarist (James 
Cameron) bize bu tartışmayı göstermemeyi tercih etmiştir. Çünkü böyle bir tartışma yaşanabileceğinin 
ipuçlarını bize daha önce vermiştir. Ve bu tartışmayı izleyicinin hayal gücüne bırakmıştır. (Daha önce, bu 
tür eksiltilerin izleyiciyi de hikayeyi yazma / yaratma sürecine katarak etkileşimli bir ortam yarattığını
söylemiştim). 
Eğer klasik bir Türk senarist olsaydı, büyük bir ihtimalle bize ağdalı bir tartışma sahnesi sunmaktan 
kendini alamazdı. Biz de ayıla bayıla seyrederdik. 
* * * 
Peki sahneden ne zaman ve nasıl çıkacağız?
Bizde bu konuda yapılan en önemli hatanın ise, sahneden çok geç çıkmak olduğunu söyleyebilirim. Yani 
asıl (anahtar) olay yaşandıktan, önemli bilgiler konuşulduktan sonra bile karakterler sahnede dolaşmaya 
ve konuşmaya devam ederler. 
Bu genelde, yazarın hoşuna giden bazı diyalogları atmaya kıyamamasından (yani "kill your babies"
prensibini uygulamamasından) veya seyircinin zekasına güvenmeyip, aynı şeyleri tekrar tekrar 
söylemesinden kaynaklanır. 
Eğer sahnede söylemek ya da göstermek istediğiniz şeyi söyleyip gösterdiyseniz, en kısa sürede (bazen 
hemen) çıkmak ve başka bir sahneye geçmek yerinde olur. Bu, filmin ritmini hızlandırır, izleyiciye tatmin 
edici bir seyir deneyimi yaşatır. 
Sahne biterken, sonraki sahnelere sarkan bazı şeyler bırakmayı unutmayın. Yani her sahnede bazı
meseleler halledilmeli, ama sonraki sahnelerde ele alınacak başka yeni meseleler oluşturulmalıdır - ki 
izleyici "ne olacak" diye merak etsin. 
Buna yine "İntihar Sahnesi"yle örnek vereyim: Sahne biterken senarist bir kaç şeyi başarır. Jack ile 
Rose arasında çok kısa sürede çok etkili bir yakınlık sağlar. Rose'un intihar etmeye kalkacak kadar 
umutsuz olduğunu gösterir. Jack'in, tanımadığı bir insanın peşinde buz gibi denize atlamayı göze alacak 
kadar maceraperest olduğunu gösterir. Aynı zamanda ne kadar esprili olduğunu da görürüz. 
Bunların yanı sıra, Jack ile Cal (Rose'un nişanlısı) arasındaki ilk sürtüşme yaşanır. Ayrıca Jack, Rose'u 
kurtarmasının ödülü olarak 1. sınıfta akşam yemeğine davet edilir. İzleyiciler "acaba bu 3. sınıf yolcusu 
genç, 1. sınıf yemekte neler yapacak" diye büyük bir merak duymaya başlarlar. 
Neymiş? 
Her sahnede bazı meseleler halledilmeli, bazı yeni meseleler yaratılmalıymış ki hikaye ilerlersin. 
* * * 
Bir de "Şişkin Sahne" olarak adlandırılabilecek sahneler var. Yani bir sahnede zekice ve yaratıcı bir 
biçimde halledilebilecek meseleler anlamsız uzun diyaloglar ile ele alınır. Ve izleyiciyi bayar da bayar. 
Buna en iyi örneği GORA filminde görüyoruz: Arif ile Bob Marley Faruk'un, Faruk'un odasındaki sahnesi. 
O kadar gereksiz diyalog, o kadar işlevsiz duraksamalar (es), o kadar az malzeme var ki bu sahnede, 
insan "bitse de gitse" diye düşünüyor. En fazla 45 saniyelik bir malzemeyi 3 dakikaya yayınca böyle  
 
oluyor. (O sahnenin temel sorunlarından biri de oyunculukla ilgili. Anlaşılan az prova edilmiş ya da 
doğaçlamaya bırakılmış. Ve olmamış.) 
"Şişkin Sahne" sendromuna düşmemenin yolu, o sahnede ne yapacağınızı çok iyi bilmektir. Bunu 
biliseniz, senaryonuzun tekrar yazımlarında (ki bu kaçınılmaz bir şeydir), şişkinlik yaratan fazlalıkları
atabilirsiniz. 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol